Hemen hepimizin dilinde bir dua var. Kimi evladının hidayeti için dua eder, kimi rızkı çoğalsın ister. Kimisi sağlığın kıymetini idrak edip şifa bekler, kimisi içinden çıkamadığı bir dertten kurtulmak ister. Peki neden çoğu zaman, "Dua ettim ama olmadı" diyerek boynumuzu büküyoruz?
Cenâb-ı Allah, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Bana dua edin, size cevap vereyim." (Mü’min, 60)
Bu ayeti çoğu zaman yalnızca sözlük anlamıyla yorumluyoruz. Oysa Rabbimizin "cevap vereyim" demesi, her dileğimizin anında olması değil; hayırlı olanla, vaktinde ve bizim için en uygun olan şekilde gerçekleşmesidir. Tıpkı bir doktorun, çocuğun ağladığı ilacı değil; faydalı olanı vermesi gibi...
Peki dualarımız neden karşılık bulmaz gibi gelir?
Belki de cevabı üç yönlü düşünmeliyiz:
Dilimiz dua ediyor ama kalbimiz sabırsız: Duanın kendisi de bir ibadettir. Neticesine hemen ulaşmak değil, o hal üzere kalmak da bir teslimiyet sınavıdır.
Günahla beslenen bir kalbin duası zayıf düşer: Haram lokma, kırılan kalpler, kul hakkı gibi engeller dualarımızın yükselmesini zorlaştırır. Nitekim Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Bir kimse uzun yolculuklara çıkar, dua eder ama yediği haram, giydiği haramdır; duası nasıl kabul olsun?" (Müslim, Zekât 65)
Sadece istemekle değil, değişmekle olur: Dua, aynı zamanda harekettir. Bir kimse helal rızık ister ama gayrimeşru kazanca yönelirse, bu dua samimi bir niyet değil, sadece temennidir.
Aziz kardeşlerim,
Dualarımızı Allah'a sunarken bir alışveriş gibi değil, bir teslimiyet gibi sunmalıyız. Çünkü O, kalbimizin en gizli köşesini bilir. Gecenin bir vaktinde edilen samimi bir duayı, gündüzün ortasında gözyaşıyla edilen pişmanlıktan daha çok sevaplandırabilir.
Dualarımıza sadakatle sarılalım. Hakkı arayalım, helali gözetelim, sabırla bekleyelim. Çünkü bazen istediğimiz olmaz, ama aslında olan, bizim için en hayırlısıdır.