Blog Yazıları

Unutulan Emanet: Bir Köyün İbretlik Kuraklık Hikayesi

Unutulan Emanet: Bir Köyün İbretlik Kuraklık Hikayesi

Kıymetli okuyucularım, değerli gönül dostlarım!

Anadolu'nun ücra bir köşesinde, yemyeşil vadilerin ortasında, suyu bol, toprağı verimli bir köy varmış eskiden. Adı Bereketli Vadi derlermiş. Gerçekten de adı gibiymiş. Her mevsim tarlalar dolup taşar, bahçeler meyve verir, hayvanlar otlaklarda doya doya otlarmış. Köylüler çalışkan, dürüst ve kanaatkar insanlarmış. Sabah ezanla kalkan, akşam yorgun argın evine dönen, kazandığına şükreden, komşusu açken tok yatmayan bir cemaatmiş onlar. Çaylarında alabalıklara rastlarmışsınız, ormanlarında kekik kokusu hiç eksik olmazmış. Doğayla iç içe, huzurlu bir yaşam sürerlermiş.

Zenginliğin Getirdiği Unutkanlık

Gel zaman git zaman, Bereketli Vadi'nin namı dört bir yana yayılmış. Dışarıdan gelenler, bu bereketin sırrını merak edermiş. Köylüler, eskiden olduğu gibi o kadar çok çalışmaya da gerek duymaz olmuşlar. Toprak kendiliğinden verir, hayvanlar kendiliğinden çoğalırmış. Zamanla, bu kolaylık onlara bazı şeyleri unutturmaya başlamış.

İlk önce şükür hissi yavaş yavaş azalmış. "Bu zaten hakkımız, toprağın görevi bu," der olmuşlar. Sonra israf baş göstermiş. Tarlalardan toplanan mahsuller fazlasıyla yenir, kalanlar çöpe gider olmuş. Suyu bol bulunca, bahçeleri sular, sokağa akıtır olmuşlar. Bir damla suyun kıymetini unutmuşlar. Yardımlaşma ve dayanışma ruhu da yavaş yavaş kaybolmuş. Eskiden komşunun tarlasında imece usulü çalışılırken, şimdi herkes kendi işine bakmaya başlamış. "Ne diye başkasının yükünü sırtlanayım ki?" diyenlerin sayısı artmış.

En önemlisi de, emanet bilincini yitirmişler. O bereketli topraklar, o gür sular, o canlı doğa onlara birer emanetti aslında. Allah'ın onlara lütfettiği bu emanetlere gözleri gibi bakmaları, onları korumaları gerekiyordu. Ama onlar, bu nimetleri kendi hakları gibi görmeye başlamışlar. Ağaçları kesmişler odun için, dereye çöp dökmüşler, ekinlerin fazlasını tarlada çürümeye bırakmışlar.

Kuraklık Kapıyı Çalınca...

Derken, bir bahar vakti, beklenen yağmurlar gelmez olmuş. Önce birkaç gün, sonra birkaç hafta... Güneş, Bereketli Vadi'yi kavurmaya başlamış. Çayların suyu çekilmiş, dereler kurumuş. Tarlalar çatlamış, ekinler sararmış. Hayvanlar susuzluktan inler olmuş.

Köylüler şaşkınmış. "Bu nasıl olur? Bizim vadimiz bereketliydi!" demişler. İlk başta umursamamışlar, "Geçici bir durumdur," diye düşünmüşler. Ama aylar geçtikçe durum daha da kötüleşmiş. Kuyular kurumuş, içecek su bulmak bile zorlaşmış. Bereketli Vadi, adı gibi değil, tam tersine Kurak Vadi oluvermiş. Açlık, susuzluk ve çaresizlik baş göstermiş.

Uyanış ve Tövbe

Bu zor zamanlarda, köyün en yaşlılarından, bilge bir nine çıkmış ortaya. Titrek sesiyle ama kararlı bir şekilde köylülere seslenmiş: "Ey evlatlarım! Biz ne yaptık? Biz bu bereketin kıymetini bilemedik! Şükrü unuttuk, israf ettik, komşumuzu unuttuk! Bize verilen bu nimetler birer emanetti, biz bu emanete hıyanet ettik! Gelin, hep birlikte Rabbimize dönelim, O'ndan af dileyelim. Tövbe edelim, yaptığımız hataları anlayalım!"

Ninenin sözleri, köylülerin kalbine işlemiş. Gözleri yaşarmış. Gerçekten de, o kadar bolluk içinde gaflete dalmışlar, nimetleri vereni unutmuşlardı. Tekrar bir araya gelmişler, eski günlerdeki gibi dayanışma ruhu canlanmış. Camilere doluşup, hep birlikte samimi dualar etmişler. Birbirlerinden helallik dilemişler. El birliğiyle kuyuları derinleştirmişler, azıcık kalan suyu en adil şekilde paylaşmışlar. İsrafı tamamen terk etmişler.

Bu samimi tövbe ve yeniden canlanan dayanışma ruhu, arşa yükselmiş olmalı ki, bir gün gökyüzü aniden kararmış. Şimşekler çakmış, gök gürlemiş ve arkasından öyle bir yağmur yağmış ki, Bereketli Vadi uzun zamandır böyle bir yağmur görmemiş. Yağmurla birlikte toprak nefes almış, dereler coşmuş, yeşillikler yeniden boy vermiş. Bereket, Kurak Vadi'ye geri dönmüş.

Bu olay, Bereketli Vadi köylülerinin hafızalarına kazınmış. Artık her damla suya, her yeşil fidana daha bir şükranla bakmışlar. Komşularına daha bir sarılmışlar. Çünkü anlamışlar ki, bereket sadece toprakta değil, kalpteki şükürde, vicdandaki emanet bilincinde ve insanlığa duyulan merhamettedir.

Bu hikaye, bize de bir ders veriyor değil mi? Doğa, su, toprak, tüm nimetler ve hatta birbirimiz de bize birer emanet. Bu emanetlere sahip çıkmak, şükretmek ve israftan kaçınmak, hem dünyevi hem de uhrevi huzurun anahtarıdır.